Yine bir alıntım var.Tüm bu yazılanların aklımda dolanıp durduğu ama asla dile getiremediğim bir zamanın yazısı bu. Belki sizin de böyle bir anınıza denk gelir, dilinizin ucundayken düşündükleriniz..
"Birine öfkelenme özgürlüğümüz yoksa onu sevmeyi seçemeyiz. Sevmeme özgürlüğümüz olmayan birini gerçekte(n) sevemeyiz.
Birine karşı hissettiğimiz duygu "ona karşı hissetmemiz gerekenler" diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlayamayacaktır bile.
Gerçek hayatta "Böyle hissetmem lazım!", "Şöyle hissetmemem lazım!" diye bir şey yoktur çünkü. Hisler ne yöne gideceklerini gerekliliklere sormazlar. Hiçbir 'gerçek' ve olgun ilişki özünde nesnel değildir. Özneler 'gerçek' paylaşımlarını nesnellik üzerinden kurmazlar.
Kabullenme özgürlüğümüz olmayan her duygu dışarıya akamayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirir. İçimize hapsettiğimiz her duygu aynı zamanda içimizi hapseder.
Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız çünkü. Eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden. Noksanımızı, bizi zaten noksan bırakandan dileniriz bir ömür boyu.
Oysa yapabileceğimiz yegâne şey alamadığımız ilgiyi, saygıyı, duygularımıza dair anlayışı, korumayı ve koşulsuz sevgiyi kendimize gösterebilmemizdir. İnsan ancak kendi kendinin ebeveyni olabildiğinde yetişkin, özgür ve mutlu olabilir."
Birine öfkelenme özgürlüğümüz yoksa onu sevmeyi seçemeyiz. Sevmeme özgürlüğümüz olmayan birini gerçekte(n) sevemeyiz. Çok manidar ve etkileyici... Lakin aklıma takıldı,neden sevmeme özgürlüğümüz varken sevmeyi seçeriz ?
YanıtlaSilSevilmek iyi edermiş insanı der Leyla Erbil, sevmek de öyle biraz, bundandır belki
SilPeki neden dili düğümlenir insanın kalbi sevdiğinin ismini çarparken... Neden gözlerine bakmaya doyamazken gözlerini kaçırır sevdiğinden... Neden çekinir ki insan bakışların ortaya koyduğu şeyi dile getirmeye,neden korkar sevdiğine sevdiğini söylemeye...
YanıtlaSilCevabı kendindedir, bilinmez..
YanıtlaSil